MESSİNA



Son gecemizi iki defa geldiğimiz Katanya da değil de görmediğimiz Messina şehrinde geçirelim dedik. Hem Katanya şehrine çok uzak olmayacaktık hem farklı bir yerini de görecektik. Ertesi gün uçuşumuzun öğleden sonra olmasının rahatlığı da vardı.
Sicilyanın 3.büyük şehrine hoş geldiniz. Şehir Messina boğazı ile aynı ismi taşımakta ve buranın tarihi aslında Sicilya’nın tarihine yön vermiş. Şehir uzunca bir dönem Roma imparatorluğunda kaldıktan sonra Gotlar, Bizanslar, Araplar ve Normların egemenliğinde kalmış. Ana karaya çok yakın olmasından dolayı burası birçok savaşta üs olarak kullanılmış ve neredeyse tüm savaşlardan yara alarak çıkmış.
Bu yüzden diğer şehirlere göre daha az tarihi esere sahip olsa da, olanların güzelliği görenleri mutlu etmeye yetiyor.
Şehrin nüfusu 250.000 civarında. Şehir kadar şehrin yakınındaki kasabalarda ilgi çeken yerler arasında yer alıyor.
Biz şehre vardığımızda tam Siesta vakti yaklaşmak üzereydi ve karnımız zil çalıyordu. İlk gördüğümüz restorana oturarak öğlen yemeğimizi yedik. Aç kalmak istemiyorsanız şehirde Siesta olduğunu göz önünde bulundurarak gezinizi planlayın derim.



Bizim burada geçireceğimiz tek gecemiz vardı ve konaklama ararken buranın diğer yerlere göre fiyat bakımından daha uygun olduğunu fark ettim. Benim seçimim yine B&B tarzında hizmet veren B&B Crystal otel oldu. Gideceklere kesinlikle tavsiye ederim. Ertesi sabah yola erken çıkacağız diye yanımıza sandviç yapıp dolaba koyarak almamızı tembih edecek kadar sıcakkanlı ve ilgililer.
Şehirde akşamüstü yürümeye başladığımız zaman bir geçit töreni ile karşılaştık. Çok anlayamasak da bunun bir dini tören olduğu belliydi. Rengarenk kostümleri ve müzikleri ile bizim için değişiklik oldu.
Biz hem töreni seyredip hem de muhabbet ederken bir ses ‘Siz Türk müsünüz?’ dedi ve tüm gecemize renk katacak Esin ile tanışıklığımız başladı. Messina şehrini bize gezdirerek bu gece ki rehberimiz oldu.

Duomo di Messina:

Esin ile tanışınca şehir hakkında bilgi almak çok kolay oldu. Katedral 1547-1551 yılları arasında Michelangelo’nun bir öğrencisi tarafından yapılmış ama Tüm Sicilyayı sarsan depremde burası da zarar görmüş. Aslına uygun tekrar restore edilerek bu günlere ulaşmış.





Madonnina del Porto di Messina:

S. Ranieri Yarımadası’nın sonunda yer alan ve 1934 yılında yapılmış bu yapı şehrin sembollerinden bir tanesi. Heykelin boyu 7 metre ve Messinanın yerel sanatçısı Tore Edmondo Calabro tarafından yapılmış.
Heykel limana geldiğinizde sizi ilk karşılayan ve ayrıldığınızda son uğurlayan olma özelliğine sahip. Madonnanın mektubu ismini almasının öyküsü ise şöyle; St Paul şehre Hristiyanlığı yaymak için şehre geldiğinde birçok kişi bu daveti kabul eder ve Hristiyan olur. Paul Filistine geri dönmeye hazırlanırken Messinian, Madonna’yı ziyaret etmek, şahsen tanışmak için Paul ile geri dönmek istediğini bildirmiş ve birçok Messina delegasyonu, birçok vatandaşın Mesih inancına döndüğünü ve Mary’nin korunmasını istediği bir mektupla Filistin’e gider.
Maria’da bu mektuba cevap yazıp saçlarından bir tutam ekleyerek heyeti geri gönderir. Bu saçlar Messina Katedralinde tutuluyormuş ve her 3 Haziranda bir fener alayı ile bu koruma kutlanıyormuş.

Porto di Messina

Fontana di Nettuno:

Orijinal bir çeşme olmayıp orijinali müzede yer alsa da buraya kadar gelmişken görmeden olmaz bir anıt yapı.
Orijinal çeşme 1557 yılında yapılmış. Şehrin zenginliğini denize sunan Neptun’u simgelemekte. 1757 yılında Bourboun Charles III ‘ün heykeli, 1832’de Francis I’in heykeli eklenmiş. 1848 devrimi sırasında daha sonra eklenen bu heykellerin bronzları mermi yapılması için kullanılmış. Yine 1848 yılındaki bombalamadan hasar gören yapı 1858 yılında kopya ile değiştirilmiş.

Fontana di Nettuna

Messina da ne yenir?

Ben gelmeden önce baktığımda Toronero, Marina del Nettuno yachting Club , Gitano’s isimli restoranlar notlarımın arasında yerini alanlardı ama daha önce belirttiğim gibi burada karşılaştığımız Esin bizi halkın yemek yediği en meşhur Arancini restoranına götürmeyi teklif edince birlikte son gece yemeğini burada yedik.



Yemekten sonra meydan da kırmızı şaraplarımızı da yudumlayıp tatlılarımız yedik ki tatlı yiyip tatlı konuşalım diye.





Biz yine çok keyifli, eğlenceli, hareketli bir tatilin daha sonuna geldik. Umarım siz de yakın zamanda bu güzel adayı ziyaret etmek için tatil rotanızı oluşturursunuz. 

Yazımı okuyunca yorum yapmayı unutmazsın sevinirim.




TRAPANİ



Başkent Palermo dan 95-100 km uzaklıkta ki Trapani ye gideceğiz. Çok güzel bir balıkçı kasabası olan Trapani yakındaki Egadi adalarına açılan bir kapı olarak da görülüyor.




Şehrin geçim kaynakları Turizm ve Balıkçılık ama bunun yanında Marsala şarabı, Tuz, Mercan ve Mermer de şehrin gelir sağladığı diğer ürünler.
Ton balığı ve Kılıç balığı şehrin ana balık akımı, Özellikle bu şehirden çıkan Ton balığı ün salmış durumda.
Biz Palermo’dan geldiğimiz için yol üzerinde gözümüze güzel görünen her yere de uğramayı ihmal etmedik. Bunlardan bir tanesi de CASTELLAMARE DEL GOLFO.





Trapani ye 40dk mesafede çok şirin bir balıkçı kasabası, Kasabayı hızlıca gezdikten sonra limanda bulunan restoranda karnımızı doyurduk. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki uzun zamandır bu kadar lezzetli Di mare pasta yememiştim. Yarım gününüzü burada değerlendirebilirsiniz.





Trapaniye vardığımızda bizi hareketli, Palermo ya göre daha aydınlık, neşeli bir balıkçı kasabası karşıladı. Aracımızı park etikken sonra kasabayı keşfetmek istedik ve yarım günlük bir zaman diliminin burası için yeterli olduğunu anladık.






Kasabanın ana caddesi Via Roma, nerdeyse tüm yollar bu caddeye çıkıyor. Burada kaybolmak gibi bir şansınız yok. Küçücük old town da aradığınız her tür dükkan ve restoran mevcut.




Catedrela Di San Lorenzo:

Via Roma caddesinde bulunan 1421 yılında yapılmış harika katedral. Bu günkü halini alana kadar zaman zaman tadilatlardan geçse de en son halini almasını 18. Yy da mimar Giovanni Biagio Amico vermiş.





Barok mimamirisine sahip katedral de siesta saatlerinde kapalı oluyor. Gittiğinizde içini görmek istiyorsanız açılması için saat 16:00’yı beklemeniz gerekiyor.

Fountain Of Saturn:

Satürn anısına yapılmış çok bakımlı olmasa da klasik İtalyan çeşmelerinden bir tanesi.





Biz şehirde dolanırken her tafta gördüğümüz bot tur ilanları ilgimizi çekti ve sorduğumuzda Favignana adasına giden feribotlar olduğunu öğrendik. Esnek bir programa sahip olduğumuz için gece konaklamayı burada yapıp ertesi gün adaya geçmeye karar verdik.
Böylelikle bir gecelik konaklamaya ihtiyacımız oldu ve internetten bulduğumuz otelleri bulmak tam bir kabus oldu. Hiçbir otelin önünde bizim alışmış olduğumuz tarzda tabela yok. Bunlar daha çok B&B tarzında küçük oteller ve duvarlarında küçücük tabelalarda isimleri yazıyor. Aslında olması gereken bu da bizim gibi kocaman ışıklı tabiri caizse pavyon tabelaları tarzında tabelalara alışkın bir millet için bunları görmek biraz zor.
Bir yandan otelle telefonda konuşurken bir yandan Otel tabelasını arayan bendeniz…




Eğer yolunuz buraya düşer de gece konaklamak isterseniz size hiç düşünmeden bizim kaldığımız Residence La Garcia oteli tavsiye ederim. Denize sıfır olan otelin sabah teras katında muhteşem de bir kahvaltı servisi var.





Kaldığımız otelin manzarası ve tavan dizaynı…
Biz otele yerleşirken resepsiyona son anda burada konaklamaya karar verdiğimizden bahsedince diş fırçamıza kadar getirip bir de welcome drink’i  Masala şarabı ikram ederek gönlümüzü hoş ettiler. Aracımızı otelin denize sıfır otoparkına bırakıp bu sefer de akşam yemeği için old town’a geri döndük.




Bence bu tür küçük balıkçı kasabalarının gece hali gündüzden daha da güzel oluyor, sıcak hava yerini ılıman bir havaya bırakıp sokak sanatçıları da yerlerini alınca size de keyfini sürmekten başka bir şey kalmıyor.




Biz bu güzelliklerin çevrelediği Corso Vittorio caddesindeki Ai Lumi restoranda yedik. Yine güzel yemekler ve ev yapımı şaraplarla geçen harika bir sofra oldu.





Yemeğin arkasından da geleneksel tatlılarından getirttik. Limonlu bu harika tatlının tadı damağımızda kaldı.


FAVİGNANA ADASI:

Favignana adası Egadi takımadalarının en büyüğü. 3 kardeş olan bu adalar Favignana, Levanzo ve Marettimo’dan oluşuyor.




Ada antik çağdan bu yana devamlı el değiştirerek birçok kültüre ev sahipliği yapmış. Romalılardan Araplara, Araplardan Normanlara, Normanlardan Cenevizlilere, Cenevizlilerden İspanyollara devamlı el değiştirmiş ve en sonunda 1874 yılında Pallavicino ailesi adayı İgnazio Florio’ya satmış. Aile adayla öyle bütünleşmiş ki meydanlarına heykelleri bile dikilmiş.





Biz daha önce de dediğim gibi Trapani’den kalkan feribotlar ile adaya ulaşım sağladık. Kaldığımız otelden yürüme mesafesinde ki Limandan biletlerimizi satın aldık. Adaya belli saatlerde feribot var. Biz gitmeden önce rahat davrandık ama gittiğimizde gördük ki sefer saatine neredeyse bir saat olmasına rağmen çok kalabalık olmasından dolayı feribotta yer kalmamış ve bir sonraki sefer için de biletler tükenmek üzere yani gidecekseniz bir gün önceden de biletinizi alıp işinizi garantiye alabilirsiniz.
Bindiğimiz Feribot suyun üzerinde yükselip kızaklı bir hal aldı (ki daha önce bu tarz bir feribota binmemiştim) kocaman dalgaların camlara çarpan görüntüsü ile hızlı ve eşsiz bir yolculuk oldu. Yarım saat süren bir yolculuktan sonra adaya ulaşabiliyorsunuz.





Ada içinde ulaşım sağlamak istiyorsanız mutlaka bir araç kiralamanız gerekiyor. Biz de Feribottan indikten sonra kalabalığı takip ederek adanın merkezine ulaştık. Biz dört kişilik bir grup olduğumuz için bisiklet veya motorsiklet şıklarını eleyip araba şıkkını değerlendirdik. Aracınızı kiralarken neredeyse sıfır ingilizce konuşan şirket yetkilileri ile pazarlık etmeyi ihmal etmeyin.





Üstü açık süper aracımıza doluşup başladık koyları gezmeye, elimizde google map birbirine çok uzak olmayan koyları seçip mavi ile turkuaz arası sularda serinledik.





Adanın her tarafında ki sular birbirinden farklı Cala Azzura gibi kayalıklardan atlayacağınız denizler, Ravine gibi sığ kumsalı olan yerler, Blue Marino ve Cala Rosso gibi derin denizleri de mevcut.
Ada da karnımız acıkınca gözümüzün kestiği deniz kenarında bir restorana oturduk, Hem internetinden faydalandık hem de Ton balığı ile yapılmış harika bir makarnayı ve midyeyi mideye indirdik.




Akşam dönüş saati belli olan feribota Trapaniye gitmek için yerleştikten sonra arkada harika bir ada ve mükemmel sularda yüzmenin hazzı kaldı.






Yolunuz buralara kadar düşerse bu adaya 2 gece ayırmanızı tavsiye ederim.

Biz bu gece Palermo’ya dönüyoruz yarın yolumuz Messina ile devam decek.

 Messina yazımı okumak için burayatıklayın…

PALERMO



Sicilya’nın Başkenti Palermo...





Aslında diğer yazılarımda da dediğim gibi ada,  büyük bir ada ve adayı tam anlamıyla gezebilmek için en azından 5 gece 6 gün gibi bir zaman ayırmanız gerekiyor. Bizimde 6 günümüz olduğu için 2 gecemizi Palermo’ya ayırabildik.




Sicilya dediğimizde tabii ki aklımıza Mafya geliyor ve bu Palermo da daha da kendini hissettiriyor. Belki de Baba filminden dolayı böyle hissetmiş olabilirim. Ama gotik eserlerin çokluğu, şehre ilk geldiğimiz saat geç olduğundan şehrin bir tık karanlık oluşu da beni etkilemiş olabilir. Zaten ikinci gidişimde bu kadar dramatik değildi şehir.
Palermo da havalimanının ve bazı ana yolların mafya topraklarına denk gelmesinden dolayı, yollar ve havalimanının yeri değiştirilerek alakasız ve zor yerlere yapılmış. Yani ister hissedilsin ister hissedilmesin bir gerçek de var.
Aslına bakarsanız yukarda yazdıklarım bizim ülkemiz içinde çok acayip olmayan işler değil maalesef…
2800 Yıllık kökleri olan şehir kurucularından bu yana farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Nüfusun yaş ortalaması diğer bölgelere göre daha genç bunda da adanın en büyük üniversitesinin burada olması sebepmiş…

Palermo’da Şehir İçi Ulaşım nasıl ?

Şehirleri gezmenin en güzel yolunun yürümek olduğunu düşündüğüm için kalacağınız oteli şehir merkezinin yakınından tutma taraftarıyım.
Ama yine de uzak bir bölge seçilmiş ise, burada Metro ağı daha bu yılın başlarında tamamlanabilmiş ve gittiği güzergahlar tarihi bölgelerin yakınlarıdan geçmiyor. Bu yüzden şehir içinde otobüs daha iyi bir seçenek halini alıyor ama 3-4 kişilik bir grupsanız Taksi da olabilir.
Biz ilk gittiğimizde şehir içi turistik hip hop trenini kullandık çok da hoşumuza gitti. Kısa bir zamanda tüm görülebilecek yerleri az çok görme imkanımız oldu.

Palermo’ya nasıl Gidilir?

Palermo’ya Türkiyeden direk olararak uçuş yok ama Roma ve Milano üzerinden aktarmalı olarak ya da bizim gibi THY ile Catania uçup, oradan kiralayacağınız araba ile ya da şehirlerarası ulaşım yapan otobüs ve Tren seçeneklerinden birini kullanarak aşağı yukarı 2-3 saatte Palermo’ya ulaşabilirsiniz.
Uygun bilet bulabilirseniz yakın olan Malta adasından da geçiş yapabilirsiniz.

Palermo’ya ne Zaman gidilir ?

Sicilya Akdeniz iklimine sahip olduğu için her mevsim buraya ziyaret yapılabilir ama daha önce de dediğim gibi Deniz-Güneş yapmak isteyenler için Haziran ortası Temmuz ve Ağustos ayları daha doğru bir tercih ama daha az turist ve kalabalık isteyenler için ise bahar ayları tercih sebebi olur.

Palermo’da nerde kalınır ?

Şehrin tarihi mekanları birbirinden çok uzak alanlarda olmadığı için merkezi bir yerinde kalırsanız yürüyerek bile şehri tanıma imkanınız olur.
Ama şehirde her bütçeye uygun büyüklükte ve farklılıkta konaklama yerleri mevcut. Biz küçük bir grup olduğumuz için 1500 yıllık bir konağın restorasyona uğrayıp B&B halini almış olan Porta Di Castro’yu tercih ettik.



Otelin lobisi




Palermo da gezilecek yerler ?

Palermo katedrali:

Palermo da kaldığımız otelin bir arka sokağında bulunan devasa katedrali ilk gece gördük ve bizi dışından bile etkiledi hele bir zamanlar Camii olarak kullanıldığını da bildiğimiz için ertesi gün içini mutlaka görmek istedik.
Sabah ilk işimiz katedrale gitmek oldu. 1185 yılında Mill Parker tarafından tasarlanmış olan yapı 12.yüzyılda Katedral halini almış. İçerisinde Sicilya krallarının mezarları da bulunan yapının üst bölümüne çıkmak için ekstra bir ücret ödemeniz gerekiyor, değer mi? Biz çıktık tüm şehrin manzarasına baktık gelmişken görmeden dönmeyelim dedik.









Quattro Canti Meydanı:

Katedralden dümdüz aşağı doğru devam ettiğiniz zaman yolunuz burayla kesişecek. Yani Corso Vittorio Emmanuele caddesi ile Vi Maqueda caddelerinin kesiştiği yerdir. Turistlerin uğrak yeri olan meydan tarihi yapıtların çok ve güzel olmasından dolayı göz kamaştırıyor. Meydanın isminden de anlaşılacağı gibi dört köşesinde 1608-1620 yıllarında inşa edilmiş binalar var bunların hepsinde de çeşmeler var.




Fontana Pretoria:

Quattro meydanına gelince sağ tarafa doğru devam ederseniz bu güzel çeşmeyi göreceksiniz.
Çeşmenin çevresinde çıplak kadın heykellerinden değişik mitolojik canavarlara, erkek figürlerinden, şehri simgeleyen canavarların heykellerine kadar çok ve farklı heykeller bulunur. Çeşme çevresinde bulunan çıplak kadın heykellerinden dolayı Utanç çeşmesi olarak adlanmış.  3 kademeden oluşan havuzu ile 1555 yılında yapılan çeşme görülmeye değer listenizde yer alacaktır.


Fontana Pretoria

Yorulanlar için önünde oturup soluklanmak keyifli.

Catacombe dei Cappucini :

Gitmeden önce burasının bir mumya mezarlığı olduğunu okuyunca gidilecekler listesine eklemiştim. Biz Utanç çeşmesini gördükten sonra yürüyerek bu müzeye geldik çeşmenin oradan yürüyerek yarım saat gibi bir zaman sürüyor yol dümdüz olduğu için yürüyerek bile gelmek kolay oldu.




Müzenin yanında kilise var ve biz geldiğimizde bir İtalyan düğününe denk geldik o da günün sürprizi oldu.
Gelelim müzeye, anlamı tabii ki Ölüler evi. Bu müze dünyanın en korkunç 7. müzesi olarak sıralamaya girmiş. Biz hiç korkamadık ama şaşırdık tabii ki. İnsan alışkın değil ki her gün mumya görmeye.
1600 yüzyılın başında önce din adamlarına saygılarını belirtmek için yapılan mumyalama işlemi daha sonra soylulardan ve zenginlerden çok istek gelmesiyle mezarlık haline gelmiş. Eskiden bazı zengin ve soyluların kıyafetleri her sene yenileniyormuş ama bu işlem artık kalkmış.





2000 tane mumyanın sergilendiği müzede mezarlık kısmı ile birlikte 8000 tane mumya varmış.
En son mumya ise 1920 yılında ölen 3 yaşında bir kız çocuğunun mumyası. Zaten onu ayrı bir camlı bir bölümde sergiliyorlar.



Porto Nuova:

Norman sarayının hemen yanında yer alan kapı yaklaşık olarak 43 metre boyunda yüzyıllar içerisinde çok defa tadilat görmüş olsa da hala ihtişamından hiçbir şey kaybetmemiş. Mutluluk kapısı anlamına gelen kapının tarihi 1583 yılına kadar uzanıyor.


Porto Nuova


Charles V’in Türkler üzerindeki zaferini anlatıyormuş. Zaten üzerindeki heykellere dikkat edrseniz bıyıklı Osmanlı adamları gibiler.
Kapı tarihi şehrin iç kısımlarına ve en merkezi caddesine açılıyor, Kapının sağında da Villa Bonanno parkı mevcut.

Teatro Massimo:

Baba filmini seyretmeyenimiz yok gibidir herhalde. Ve kızının merdivenlerde vurulmasını da hatırlarsınız, İşte o merdivenler bu ünlü tiyatronun merdivenleridir. Tabii tiyatroyu sadece filimle özdeşleştirip haksızlık etmeyelim.


tiyatro
Teatro Massimo

1874 yılında Gian Battista Basile isimli mimar tarafından yapılan Opera ve tiyatro binası eşsiz akustik özelliği ve mimarisi ile Avrupa’nın sayılı tiyatroları arasında yer alıyor.
Her mevsim kalabalık olan bu tiyatroyu gezebilmek için bilet alıp sıranızın gelmesini bekliyorsunuz. İçeriyi ister turlara katılıp isterseniz kendiniz gezebilirsiniz.




Odaları gezerken göreceksiniz ki bir odada yapılan akustik çok şaşırtıcı. Odanın ortasına gelip konuştuğunuz zaman sesiniz mikrofondan yayılıyormuş gibi tüm odaya doluyor ve inanılmaz tok bir ses çıkıyor.






1350 kişi kapasitesi olan tiyatroya biz gittiğimizde ilkokul öğrencilerini getirmişlerdi. Yani ağaç yaşken eğilir durumu.
Tiyatronun karşısında bulunan Mandamento Castellamare


Mandemonto Castellamare

Polietema Garibaldi Teatro:

Tiyatrolardan devam edecek olursak bu tiyatroyu da atlamamak lazım, Piazza Ruggero Settimo meydanına gittiğinizde sizi üzerinde bulunan şahane at heykelleri ile karşılayacak olan yapı kendimi Venedik de hissetmeme sebep oldu.


Polietema Garabaldi Teatro

Diğer tiyatro gibi buranında şahane bir akustiği olduğunu okusam da biz içini görmedik.
Tiyatronun içinde bulunduğu meydan lüks alış veriş mağazaları ve şık kafelerle dolu, içeri girmeseniz bile karşısında bir kahve içerek meydanın havasını soluyabilirsiniz.



Mercato Vucciria:

Benim gibi market Pazar dolaşmayı sevenlerdenseniz buraya da uğrayabilirsiniz. Birçok şehirde bulunan marketlerden farklı değil yerli halkın ve gelen turistlerin günlük yiyecek içecek ihtiyacını karşılayan tipik market. Bana sadece Kuzey Afrika – Arap yoğunluğu bulunan bir konumda olduğu için biraz daha cazip gidince de tedirgin edici geldi.
Çarşı Pazar gezmeyi sevenler Mercato di Ballaro’yu da listelerine ekleyebilirler.




Zamanı daha fazla olanlar için gezilebilecekler listesine eklenecek yerleri yazmak gerekirse: Cuba Palermo, Zisa, Foro Umberto I and Botanic garden, Palatine Şapali, Palazzo die Normandi, Ayrıca Şehrin içinde yer alan Biblioteca Regionale Üniversitesi kütüphanesi de bahçesi ile görülmeye değer.

Palermo da nerde yenir:

Palermoya ilk gece Cefalu üzerinden geldiğimiz için geç vardığımızı söylemiştim ve Cefalu da öyle güzel yemiştik ki kimsenin karnı acıkmamıştı. Ama Bavulları otele bırakıp kendimizi dışarıya attığımızda ilk karşımıza çıkan dondurmacıdan dondurma alarak şehri dolaşmaya başladık.
Rahatlıkla söyleyebilirim her yerin dondurması süper gözünüzün gördüğünden alabilirisiniz.
Carlo V: Otele yerleşme sırasında işletmeci bize Katedralle çok yakın bir mesafede yer alan küçük meydandaki bu işletmeyi akşam yemeği için önerdi, iki gidişimde de burada yemek yedik gerçekten çok kaliteli ve lezzetli idi.




İlk gittiğimizde yemekten sonra marsala içkisi ikram ettiler. Aile işletmesi olan mekanın iç dekorasyonu da çok güzel.


Bisso Bistrot:
Buluncaya kadar akla karayı seçsek de sonunda bulabildiğimiz saklı restoran. Böyle söylememim sebebi Eski Dante kitapevinde olmasından dolayı, önünden 2 defa geçmemize rağmen dışarıdan restorandan çok kitapevine benzediği için bulamadık siz de giderseniz dikkatli olun.
Lezzetleri süper, biz 6 kişilik bir grup olduğumuz için neredeyse menüdeki her şeyden sipariş verdik ve hepsinden memnun kaldık tabii ki porto şarabıyla birlikte. Üstelik çok merkezde olmasına rağmen çok uygun fiyatlı bir mekan.
Katedralden dümdüz ilerleyip Quattro Canti ye varınca sol tarafınızda kalacak.
Diğer sayabileceğim restoranlar ise Panificio Graziano, Frida pizzeria, Osteria Mercede.
Taş fırından çıkmış kenarları hafif yanmış miss gibi kokan pizza seviyorsanız doğru adres burası. Unutmamanız gereken burada da siesta olduğu için geç servis vermeye başlıyorlar. Saat 19:30 gibi açılan mekan her daim kalabalık.

Trapani yazımı okumak için buraya tıklayın…